23 Ocak 2010 Cumartesi

‘Yaklaşık olarak doğru’ ülke İran

İran seçimleriyle neden bu kadar çok ilgilendik, seçim tahminlerimizde neden bu kadar çok yanıldık?


20.06. 2009/ aksam.com.tr


İran seçimlerinin, Ahmedinejad’ın reformculara karşı zaferini ezici bir üstünlükle kazandığını ilan eden sonuçları, internet sitelerinde en çok yorumlanan haberlerin başında geldi: İran için iyi oldu- kötü oldu, Ahmedinejad hileyle kazandı- aslında hile batılıların uydurmasıydı, İran değişecek- değişmeyecek… Ve elbette tahmin edebileceğiniz gibi, o asla sona ermeyecekmiş hissi uyandıran amansız soru; Türkiye İran olacak mı- olmayacak mı?


Amerikan seçimlerine gösterilen büyük ilgiyi anlamak zor olmasa gerek. Zira dünyanın ekonomik ve kültürel alandaki en büyük hegemonyası, her şeyiyle yakından tanıdığımız bir süper güç. Fakat İran için bunların hiçbiri geçerli değil. Hemen dibimizde olmasına rağmen tanımadığımız bir ülke. Ona duyduğumuz büyük ilgiyi açıklayabilecek iki durum var; Amerika’ya karşı dikkat çekici bir biçimde kafa tutması ve yakın zamanın amansız tartışmasının, yani İran olup olmayacağımız meselesinin toplumun kafasında hala soru işareti olarak durması.


Üzerine bu kadar çok şey duymamıza, okumamıza karşın en kritik noktalardan biri pek açıklığa kavuşmadı. Seçimlerin sonuçları hakkında neden bu kadar büyük bir hata payıyla yanıldık? Hileciliğin kanıtı olarak varlığından bahsedilen kâğıtlara rağmen, sürpriz hata payının yalnızca seçim hilesine bağlanamayacağı konusunda neredeyse herkes hemfikir. Bir açıklamaya göre batı medyası görmek istediği ‘iyimser’ sonuçları yazdığı için bu kadar yanıldı. Eğer yanılan yalnızca batı medyası olsaydı açıklama ‘kesin olarak doğru’ kabul edilebilirdi. Ama gördük ki bizzat İranlılar büyük bir yanılgıya düşmüş ve sonuçların şaşkınlığını üzerlerinden atamıyorlar. Şaşıranların reformcu olması, yanılgılarının yalnızca ‘iyimserlikle’ açıklanmasını gerektirmez. Yalnızca saf bir iyimserlikten doğan hayal kırıklığı ‘ölümüne’ itirazlara dönüşmez ne de olsa.


Galiba gerçek hayatın, en kestirmeden sonuçlar çıkarmaya girişen siyah beyaz teorilerle çarçabuk açıklanamadığı bir dönemde yaşıyoruz. Hayat bugünlerde uzunca bir süredir olduğundan daha karmaşık ve renkli.


İranlı matematikçinin devrimi

Yüzyıllar boyunca sarsılmaz bir biçimde kesin yargılar üzerine inşa edilmiş; doğruların ve yanlışların, varlıkların ve yoklukların egemen olduğu matematikte belirsizliklerin de bulunabileceğini İranlı bir matematikçi keşfetmişti. Lütfi Askerzade 1961’de matematikte devrim niteliğindeki ‘bulanık mantık’ teorisini geliştirdiğinde, kesin yargıların açıklamakta başarısız kaldığı olayların, ‘yaklaşık olarak doğru’ biçimde açıklanabileceğini gösterdi. Kesin açıklamaların, öngörülerin işlemediği kriz dönemlerinde Askerzade’nin bakış açısı bizi rahatlatabilir.


Kriz anlarında siyaset kriterlerinin değiştiğini en iyi bilenler arasındayız. Haklılık, hukuka uygunluk, ilerici olmak, sessiz çoğunluğun sesini sahiplenmek gibi kavramlar bu gibi durumlarda tek başlarına bir şey ifade etmiyor. Anlamları ancak iktidar etme gücü belirliyor. Örneğin geçen yıl, Tahran’ı ahlaksızlıktan kurtarmak, 1979’un yüce ruhunu getirmek için atanan, kadınları sokakta sopalarla kovalayan emniyet müdürü genelevde 6 kadınla birlikteyken basılmasına rağmen sistem ahlak kumkumalığını hiçbir şey olmamış gibi sürdürebildi. Ya da izlediği politikalarla ekonomik krizde önemli bir paya sahip Ahmedinejad kendisini bir kurtarıcı gibi sunmayı başarıp geniş kesimden oy alabildi.


Durum buyken, Ahmedinejad kritik noktalarda ipleri elinde tutmuşken reformcuların başarıya ulaşması zor görünüyor. 30 yıl önceki devrimde de manzara aşağı yukarı böyleydi. Şah’ın baskıcı rejimine karşı, özgürlük ve reform talebi etrafında ortaklaşan solcuların da, sürgündeki Humeyni liderliğindeki İslamcıların da gücü yeterli olmuyordu. İmdatlarına ekonomik kriz ve gittikçe şiddetlenen grevler yetişti. Sistem kökünden sallanıyordu ve yeni iktidar imkânları ortaya çıkıyordu. Her şey bir yıl içinde olupbitti. Humeyni İran’a döndüğünde, köklü din adamları sınıfı ve esnaf içindeki örgütlenmesini kullanarak daha önce kendisinin de öngörmediği bir biçimde ipleri eline almaya başladı. Reform vaatleri solcuların desteğini sağlamasına, toplumun en geniş kesiminin liderliğine oynamasına yardımcı olurken kısa sürede işler tersine döndü. Humeyni devrimin aslında İslami karaktere sahip olduğunu açıkladığında grevler bıçak gibi kesildi, reform isteyenleriyse bir daha gören olmadı.


Bugün devrimin güçlü sembolleri olan yeşil rengin birden bire anlam değiştirmesi, Allahuekber gibi bir haykırışın bireysel özgürlük talep eden slogana dönüşmesi reform isteyen muhalefetin önemli etkinliğine işaret ediyor. Fakat bu etkinliğin Ahmedinejad’ın örgütlenmiş ve kök salmış gücü karşısında kısa vadede başarı gösterebileceğinin işaretleri yok. Muhalefet iyimser bir ‘yaklaşık olarak doğru’ öngörüyü, ancak sivil toplumdaki alanını genişletmesiyle, 30 yıl önceki gibi ekonomik krizden faydalanmayı becerebilmesiyle hayata geçirebilir.


Baştaki o amansız soruya dönecek olursak; örneğin sivil toplumda, kritik noktalarda hangi eğilimlerin güç kazandığını gözlemlemek ‘yaklaşık olarak doğru’ bir cevaba ulaşma konusunda, tek tek kişilerle görüşüp mahalle baskısının ya da muhafazakârlığın artıp artmadığını hesaplamaya çalışmaktan daha etkili olabilir.


http://www.aksam.com.tr/2009/06/20/haber/yasam/1260/_yaklasik_olarak_dogru__ulke_iran.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder