23 Ocak 2010 Cumartesi

Solun imalat hatası: Mustafa Sarıgül

Bugünlerde parti kurma çalışmalarını sürdüren Mustafa Sarıgül’ün ‘artistik’ hareketlerini artık yurt genelinde izleyeceğiz.


25.07. 2009/ aksam.com.tr


Mustafa Sarıgül yakında partileşecek yeni hareketini Anadolu’yu gezerek duyuruyor. İddiası büyük; iktidara ve muhalefete “ya Türkiye’nin sorunlarını çözün ya da 18 ay sonraki seçimlerle biz gelip çözeceğiz” mesajıyla gözdağı verirken, “ya toz duman altında kalacaksınız ya da bizimle birlikte tozu dumana katacaksınız” mesajıyla halka çağrı yapıyor.


Nabza göre şerbet vermede, popülizmde, ilkelerden bağımsız biçimde her devrin politikacısı olmakta maharet geliştirmiş Demirelleri, Uzanları, Erdoğanları, Baykalları ağırlamış siyaset pistinde artık Sarıgül de sıralamaya oynayacak. Bugüne kadar Şişli belediye başkanıyken yaptığı artistik hareketlerle puan toplamaya çalışırken, artık kendisini, daha enteresan artistlikleri Türkiye çapında sergilerken izleyeceğiz. İşin bolca gülme malzemesi sağlayacak komiklik potansiyelini bir kenara bırakırsak, samimi bir siyaset tarzını arayanlar için durum pek de iç açıcı değil.


Sarıgül 2005 yılında CHP’deyken Baykal’a karşı bayrak açtığında siyaset uzmanları bile durumu garipsemişti. ‘Sosyal-demokrat’ kimliğini bir biçimde hâlâ taşıyan bir partinin genel başkanının Deniz Baykal olması bir yana, onun alternatifi olarak ancak ilkelerden uzak, bir fikriyatı bulunmayan, popülist Mustafa Sarıgül’ün çıkarılabilmesi ‘acayip’ bir durumdu.


Aslında Sarıgül’ün başarılı bir temsilcisi olduğu popülist politikaların solda da rağbet görmesini 1980’lerde gerçekleşen iki önemli olayın sonuçları bakımından değerlendirmek gerekir. Birincisi 12 Eylül darbesiyle solun bütün hareket kabiliyetini yitirmesi, toplumla bağının kopması. İkincisiyse 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla solun ideolojik ve manevi dayanağını kaybetmesi. Her ne kadar devlet kapitalizmiyle yönetiliyorsa da Sovyetler’in varlığı o zamana kadar egemen olan sol fikirere yaşam kaynağı sağlıyordu ve ancak dağıldığında bu egemen fikirlerin tekrar test edilmesi gereği ortaya çıktı. 90’lar boyunca arayışlar sürerken dağınıklığı giderecek güçlü bir çekim merkezi ortaya çıkmadı.


Sarıgül’ün kimi zaman İslamcı politikacılarla yarışırcasına dini terimleri kullanması ya da has milliyetçi olduğunu ispatlamak için kilometrelerce uzunluğunda Türk bayrağı yaptırması, diğer taraftan aklına estikçe sosyal demokratlığını hatırlaması ve bu bayat Demirel taktiklerinin sol kesimde alıcı bulması yukarıda bahsi geçen iklim içinde anlam kazanıyor.


Halk adamı Sarıgül!

Sarıgül, halk adamı olmayı, yoksulları düşünmeyi, onların taleplerini sahiplenmeyi bulduğu her fırsatta sokağa çıkıp onlara el sallamakla, gül dağıtmakla, ‘geyik’ yapmakla bir tutuyor. Bu uğurda kendisini kimi zaman, milli takım maç kazandığında bir anda sokağa fırlamış millete gülücük dağıtırken, el sallarken görebiliyoruz. Ya da kimi zaman televizyonun sabah kuşağındaki kadın programında…


Seda Sayan hepimiz adına soruyor; "Aloooo, kiminle görüşürüyorum?"

- Ben Mustafa.

- Naber lan Mustafa, nereden arıyorsun bizi?

- Şişli’den.

- Ne iş yapıyon lan Mustafa?

- Belediye başkanyım.

Sarıgül belediye başkanlığı sırasında gösterdiği performansla şovmenlere, reklamcılara taş çıkarabildiğini ispatladı. Deprem yardımı götüren kamyonların İstanbul turu yapmadan deprem bölgesine gitmemesi; sokakların basın açıklamasıyla trafiğe kapatılıp yine basın açıklamasıyla trafiğe açılması; Şişli belediyesinin afişlerinin örneğin Kadıköy’deki billboard’lara asılması; kameranın olduğu her yerde bulunma becerisi onun bu yanını gösteren durumlardan bir kaçı.


Sarıgül için, Cem Uzan’ın, Tayyip Erdoğan’ın, Süleyman Demirel’in bir yansıması olduğu söylenebilir aslında. Fakat özellikle Bülent Ecevit’le arasında benzerlik kurmaya çabalaması anlamlı bir durum. Ne de olsa kendini bir geleneğe yaslamak, kendini ihtişamlı bir tarihin parçası olarak göstermek her zaman iyi satar. En son, Anadolu gezisinde Ecevit’in memleketi Kastamonu’da yaptığı konuşmada kendisini Ecevit’in 1974’te iktidara geldiği zamanına benzetmiş ve aynı zamanda milliyetçiliğini, Müslümanlığını, demokratlığını hararetle ilan etmekten geri durmamıştı.


Burada Sarıgül’ün gözden kaçırdığı bir durum var. Ecevit’in fırtına gibi estiği 1970’lerdeki başarısı da, kendisinin de aralarında siyasete başladığı sosyal demokratların 1980’lerin sonlarındaki atılımı da çalışanların ve düşük gelirlilerin taleplerin sahiplenmesi, onlar adına konuşmasıyla mümkün olabilmişti; yoksa milliyetçilere Türk bayrağı yedirip, İslami kesime Allah’ı pazarlayıp, solcular için sosyal demokrasiyi ısıtmasıyla değil… Hatta Refah Partisi’nin 1990’lardaki başarısı dindar olmasından değil, yoksullar için adil düzen talebinden kaynaklanmıştı.


Fakat Sarıgül’ün bugüne kadar gösterdiği performans popülizmden uzaklaşacağının işaretlerini; sahip olduğu enetelektüel birikimi ve donanımıysa bunun iznini vermiyor.


Kendisi öneğin Can Dündar’ın Mustafa filmi hakkındaki entelektüel tartışmalara “kimse Cumhuriyetin Atatürk’üne Mustafa diyemez” veciz sözüyle katkıda bulunmuş; Galatasaray’ın Seyrantepe’deki stadının kendi belediye sınırları içinde bulunduğunu belirten muhabiri “her şey Sarıgül’ün sınırları içindedir, Sarıgül’ün sınırları sınırlandırılamaz” türünde sözleriyle alt etmiş ya da başka bir muhabirin “dünyanın en büyük bayrağı ne kadara mal olmuştur” şeklindeki sorusunu, “her şeyin değeri vardır, Türk bayrağının değeri ölçülemez” şeklinde cevaplayabilmiştir. Gazeteci Musa Ağacık soruyor: “ Peki sizin rüzgarınıza ayak uyduracak kadronuz var mı?” Cevapsa şöyle: “Ne diyorlar? ‘İşte Mustafa Sarıgül entelektüel değildir.’ Ben de size diyorum ki yerin dibine girmeyesiniz. Zıkkımın kökünü yemeyesiniz! Siz bilir misiniz çökeleği, sac ekmeğini…”


http://www.aksam.com.tr/2009/07/25/haber/yasam/1741/solun_imalat_hatasi__mustafa_sarigul__.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder