23 Ocak 2010 Cumartesi

Başbakan Erdoğan’ın papatya falı

Başbakan Erdoğan’ın değişip değişmediğiyle ilgili tartışmada, papatya falının bir hükmü olabilir mi?


16.08.2009/ aksam.com.tr


Değişti, değişmedi, değişti, değişmedi, değişti… Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘gelenekçi’ dava arkadaşlarından ayrılıp AKP’yi kurmasının yıldönümü vesilesiyle, onun değişip değişmediğine papatya falıyla bakıyorum. Yani bana kalırsa böyle bir yöntem, onun değişip değişmediğine karar verirken eski defterleri açmaktan, niyet okumalara kadar diğer yöntemleri kullanmaktan daha az anlamlı ya da değersiz değil. Aslına bakarsanız Erdoğan’ın bu falından ne çıktığının da pek bir önemi yok. Fazla meraklanmayın…


Bundan sekiz yıl önce sıcak bir Ağustos gününde AKP’yi kurmuştu Erdoğan. O günlerde hakkında en çok konuşulan, “biz gömleğimizi değiştirdik” sözüydü. Elbette sıcak havaları kastetmiyordu. Her fırsatta medyayı ve halkı, artık o ‘ürkütücü’ Milli Görüş çizisinden uzaklaştığına, devletle barıştığına ikna etmeye çalışıyordu.


Takdir edersiniz ki değişim herkesin olduğu gibi onun da hakkı. Hatta kısa süre sonra sahip olduğu iktidarın imkânları ve gerekleri düşünüldüğünde değişim kaçınılmaz olabiliyor; miktarı, ölçüsü tam olarak hesaplanamasa da… Şimdi biliyorsunuz, Erdoğan Dolmabahçe’deki paha biçilmez ofisinde çalışıyor, en lüks otellerde tatilini geçiriyor, gazetecilerle uçakta konuşuyor, televizyon karşısındaki halkına AKP’nin görkemli, lüks merkezinden hitap ediyor, ailesi ticari hayatta atılımlar gösteriyor, çocukları Amerikalarda okuyor… Mahalleden, halkın içinden, ‘aşağıdan’ yükseklere çıkmış biri olarak kendisinden önceki siyaset büyükleriyle karşılaştırıldığında hiç de onlardan mütevazı bir hayat yaşamadığını söyleyebiliriz. Oysa 1996’da İstanbul belediye başkanıyken gazeteci Gülden Aydın’a şöyle konuşmuş; “Göreve geldiğimizden bu yana aynı evde oturuyorum. Belediyenin Florya’daki, Bebek’teki başkanlık köşklerine taşınmadım. Kişiliğin üzerinde meydana getirebileceği farklılıklar olabilir diye.”


O yıllarda Erdoğan için değişim kavramı olsa olsa ‘ülkenin değişeceği, değişmesi gerektiği’ anlamında kullanılabilirdi. Örneğin 1993’te Refah Partisi ‘Büyük Değişim’ sloganıyla seçimlere hazırlanırken Erdoğan bu sloganı şöyle tarif ediyordu; “Bizim değişim anlayışımız şekil ve kalıba yönelik değil, ülkemizdeki düzene yönelik bir değişimdir.” Aynı günlerde İstanbul’un fethinin kutlamaları için Milli Gençlik Vakfı’nın organizasyonuna katılıp tribünlere seslenmişti; “Şimdi surların önündeyiz. İnşallah İstanbul’un yeniden keşfi nasip olur. Biz bu değişimi gerçekleştireceğiz.”


Değişim, yeniden değişim ve bir daha değişim…

Durum böyleyken ‘yenilikçilik’ denilen değişim havaları da nereden çıktı peki? İktidarın, yükselmenin, buna ulaşabilmek için merkeze yaklaşmanın dışında, belki bunlardan daha etkili bir neden vardı; 28 Şubat. 90’lı yılların ortalarıyla birlikte uluslararası düzeyde, Afganistan’da, Mısır’da, Cezayir’de, Pakistan’da, İran’da İslamcı politik akımların gerilemesi başlamıştı. Gerilemenin dalgası Türkiye’ye de varmıştı ki, 28 Şubat 1997’de ‘İslamcıların’ önünde siyaset adına fazla seçenek bırakmayan, hareket alanını kaldıran askeri müdahale geldi. Dalgalı denizde belki kendiliğinden güvenli kıyılarına çekilecek İslamcılar fırtınada alabora olmuştu. Değişim meselesi artık dudak bükülecek, yanından bile geçilmeyecek bir tercih değil, zorunluluk olmuştu.


‘Kürt açılımı’nın tartışıldığı şu günlerde yine AKP’nin kurulduğu 2001’e gitmek ilginç olabilir. Gazeteci Ruşen Çakır ve Fehmi Çalmuk Recep Tayyip Erdoğan hakkında o yıl yazdıkları biyografik kitapta onun aynı zamanda nasıl ‘dönüştüğünü’ de anlatmaya çalışıyorlardı. Kürt meselesiyle ilgili bölümde okuyuculara; devletle barışmanın gereği artık milliyetçiliğe vurgu yapan, DSP’nin hazırlamak istediği Kürtlere yönelik af tasarısına karşı MHP’yle aynı pozisyonu takınan, İslamcılar arasından kendisine ‘Laz milliyetçilisi’, ‘Karadenizcilik yapıyor’ türünden eleştiriler yöneltilen Erdoğan’ın bir zamanlar Kürtlere yakın olduğunu hatırlatma gereği duymuşlardı. İkna edici olmak için de Erdoğan’ın 1991’de İslamcı yazarlara hazırlattığı Kürt raporunun sayfalarını aralıyorlardı.


1990’ların başında sistemle hesaplaşmak için Kürt sorununa değinmekten, ona el atmaktan çekinmeyen Erdoğan, sistemle barıştığı 2000’lerin başında ümmetçilikten milliyetçiliğe adım atıp bir değişim geçirmişti. Şimdi biliyorsunuz, ‘Kürt açılımı’na öncülük eden bir başbakanımız var.


Durum böyleyken Erdoğan’a karşı yapılan muhalefetin merkezine onun değişip değişmediği tartışmasını yerleştirmenin (çünkü bu tartışmaya muhalefet işlevi yükleniyor) pek anlamı kalmıyor. Örneğin Kürt meselesinde zaman içinde 180 derece dönerek, Kafka’nın kahramanı Gregor Samsa’nın bir sabah hamam böceğine dönüşmesi kadar sürreel bir değişim geçiren Deniz Baykal’ı olağan karşılayıp, Erdoğan’ın önüne sürekli eski ajandasını çıkarmak ancak bir güçsüzlük göstergesine dönüşüyor. En iyisi bu işi papatya falına havale etmek…


Bu arada galiba yeni bir değişim zamanı. Önümüz seçim dönemi. Erdoğan’ın (ve diğer AKP’lilerin) 2000’deki tarihi değişiminin büyük sebebi artık yok. Bakalım bu kez nasıl bir değişim izleyeceğiz?


http://www.aksam.com.tr/2009/08/16/haber/yasam/1940/erdogan_in_papatya_fali.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder