23 Ocak 2010 Cumartesi

Açılımı dürbünle izlemek

‘Kürt açılımı’ndaki çelişki kime ait? Sezen Aksu’ya mı, dürbünle izleyenlere mi, AKP’ye mi?


24.08. 2009/ aksam.com.tr


Önceki haftalarda çokça patırtı koparan bir olay vardı. Belki siz de rastlamışsınızdır. İki genç, İstanbul’un eğlence dünyasını konu edinen bir afiş hazırlamıştı. ‘Meet The Roots of Fun’ (Eğlencenin kökleriyle tanışın) başlıklı afişte zenne, iç oğlanı, dansöz, kendisine bira sunulan rütbeli kişi, güreşçiler gibi daha önceden çizilmiş bazı minyatür figürler bir araya toplanmıştı. Üzerine de İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti logosu kondurulmuştu. Afiş köşe yazarlarından internet forumlarına kadar pek çok mecrada gündeme geldi ve hemen herkes böyle bir afişin İstanbul’u temsil etmesini saçma bulup, art niyetli bir zihniyetin ürünü olarak değerlendirdi. Epey bir kişi oryantalist afişin Cumhuriyet değerlerine saldırı, Osmanlı’ya özlem ifade ettiğini söylerken, figürlerin çağrıştırdığı cinsellikten rahatsız olan bazı kişilerse İstanbul’un bu şekilde anlatılmasına kızmışlardı. Öyle ki, her kafadan bir ses çıkınca hem İstanbul Büyükşehir Belediyesi, hem de İstanbul 2010 Ajansı afişle herhangi bir ilgilerinin bulunmadığını açıklamak zorunda kaldılar.


Aslında iki genç, prestijli uluslararası tasarım yarışması Cannes Lions’a Türkiye adına katılacakların belirleneceği seçmeler için hazırlamıştı bu afişi. Yani ön elemeler için. Afiş herhangi bir yerde İstanbul’u temsil etmeyecekti. Tasarımcılardan Metin Akın, “çok hakaretler yedik, acayip bir durum, kimse olayın ne olduğunu bilmeden, sormaya, araştırmaya bile gerek duymadan konuştu” diyor. Fakat bu “acayip” tepkiler hakkındaki teşhislerinden de eminler; “herkes bunu resmi bir çalışma zannedip hükümete saldırmak için kullandı, yoksa bizim sıradan bir çalışmamız olduğu bilinseydi kimse konuşmaya bile gerek görmezdi.”


Çelişki AKP’ye mi, Sezen Aksu’ya mı, dürbünle izleyene mi ait?

‘Kürt açılımı’ konusunda bazı aydın ve sanatçılar, Sezen Aksu’nun açılımı destekleyen tavrını yakışıksız bulup, ‘içeriğini bilmediğimiz şeyi nasıl konuşup destekleyebiliriz ki’ türünden sözlerle savunmaya geçince aklıma yukarıdaki olay geldi. Bu zamana kadar demokrasi, hukuk, Kürt meselesi gibi ‘yakıcı’ konulara dalmaktan kaçınmamış aydın ve sanatçılar ne oluyor da bu kez meseleye uzaktan dürbünle bakmayı, yanına bile yaklaşmamayı tercih ediyorlar? Elbette mesele bahsi geçtiği gibi ‘ortaya çıkmamış içerik’ meselesi değil. O işin bahanesi. Yoksa uzun yıllarca tabu seviyesinde kalmış, dokunulamaz bir konuya ilk kez bu kadar ciddi biçimde dokunulduğunu göremiyorlar mı? Bunca zaman ona dokunmak için uğraşmışken, şimdi söz söyleme, tartışma ve rahatça dokunma fırsatı bulmuşken, neden dürbünle gözetleme tercih ediliyor? Gençlerin ‘masum’ afişi hakkında konunun içeriğini bilmeden üzerine atlamanın, konuşmaktaki aceleciliğin nedeniyle, Kürt açılımına mesafeli duruşu ve tutukluğu ‘içeriği bilmemekle’ açıklamanın nedeni aslında aynı; AKP endişesi. Bu durumun bir çelişkiye işaret ettiğini fark etmek zor değil; bir yandan Kürt meselesi çözüme kavuşsun istiyorsun, diğer yandan buna ‘İslamcı’ AKP el attığı için bir kenarından tutmaktan vazgeçiyorsun.


Lise sıralarında tanıştığım devrimci solcular arasında, Lenin’in örneğinden hikâyeleştirilmiş popüler bir anekdot anlatılırdı; Bir gün bir papaz Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (yüz yıl öncesinin komünist partisi) üye olursa bu o partinin mi yoksa papazın mı çelişkisidir? Bütünlüklü bir dünya görüşü olan, büyük bir ‘projeye’ sahip, bunun için gerekli gücü kendinde hisseden Lenin ve bu anekdotu anlatan solcular açısından eğer bir çelişki varsa elbette papaza aitti. Eğer papaz üşenmeyip, yadırgamayıp partiye katılmaya gelmişse elbette kendi bileceği işti, hoş gelmiş sefalar getirmişti…


Bugün Kürt açılımına ‘AKP endişesi’ nedeniyle mesafeli duran aydınların, siyasilerin ve toplumun önemli bir kesiminin meseleye, “AKP demokratikleşmeye karar vermişse bize eyvallah demek, desteklemek düşer, çelişki varsa bizim değil AKP’nindir” şeklinde bir yaklaşımla bakmasını bekleyemiyoruz. Çünkü söz konusu ‘laik kesim’in ve onu temsilen CHP’nin ortada büyük bir projesi yok ve böyle bir proje için gerekli gücü kendinde hissetmiyor. Laiklikle birlikte hukuku, demokrasiyi kapsayan bütünlüklü bir bakış yerine siyasetinin merkezine AKP karşıtlığını yerleştirmiş durumda. Bu siyaset biçimiyse çelişkiyi çözmeye değil derinleştirmeye hizmet ediyor.


Kimin eli kimin cebinde…

Öte yandan içinde bulunduğumuz, bütünlüklü yaklaşımı zorlaştıran, ezberleri bozan karışıklığın hakkını da teslim etmeliyiz. Bugüne kadar devletimizin üç büyük düşmanı olduğu fikriyle büyüdük; ‘komünistler’, ‘şeriatçılar’ ve ‘bölücüler’. Devletin bu üç büyük problemi çözmesi için büyük bedeller ödendi. 12 Eylül’le birlikte ‘komünistler’ bertaraf edilince 1990’larda diğer iki problem öne çıktı. Fakat çözülemediler. Geçen hafta dünya tersine döndü ve ‘bölücülük’ problemini çözmeye ‘şeriatçılar’ aday oldu. O yüzden bir haftadır ‘kimin eli kimin cebinde’ şeklinde yaşıyoruz.


Denklem artık farklı kurulunca takdir edersiniz ki düşmanlık üzerine kurulmuş ezbere çözüm yolu da işlemiyor. Geçen haftanın en çok konuşulan isimlerinin başında Tarhan Erdem’in gelmesi tesadüf değil. Kendisiyle yapılan röportajın yankı uyandırmasının nedeni yeni denklemi farklı bir bakış açısıyla değerlendirmesi; demokrasiyi, adaleti ve laikliği içeren bütünlüklü bir bakış açısına sahip oluşu ve yaşadığımız devrin küçük değil, büyük projenin devri olduğunu belli etmesiydi.


http://www.aksam.com.tr/2009/08/24/haber/yasam/2018/acilimi__durbunle_izlemek__.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder