23 Ocak 2010 Cumartesi

Cüneyt Arkın’a güzelleme

Bugün Tarık Akan bir Ferit değildir, Kadir İnanır bir Derviş Bey ya da bir İmparator değildir. Fakat Cüneyt Arkın hala Komiser Cemil’dir, Malkoçoğlu’dur, Kara Murat’tır, Dünyayı Kurtaran Adam’dır. Yeşilçam’ın yükünü hala sırtlamaktadır…


12.06.2009/ aksam.com.tr


Cüneyt Arkın: Merkeze duyuru, yükseliyorum.

Aytekin Akaya: Ben de yükseliyorum Murat.

CA: Dikkatli ol, yaklaşıyorlar.

AA: İnişe geçiyorum.

CA: Arkandan geliyor, dikkat et.

AA: Bitmiyorlar bir türlü. Kalabalık geliyorlar. Haydi üstlerine gidelim.

CA: Bize de bu yaraşır. Uzay hızını aşmalıyız. Gelenleri karşılamaya hazır ol.

AA: Bu gelenler çok süratli. Mini etekli birkaç kız gelseydi iyi olurdu…


Dünyayı Kurtaran Adam’daki bu unutulmaz diyaloglar bir dublaj stüdyosunda çekilir, muhabbete eşlik eden görüntüler Star Wars’tan montajlanır. Çekimler için Kilyos’ta hazırlanan uzay gemisi maketleri –filmdeki peluş yaratıkları göz önünde bulundurursanız, bu uzay gemilerinin neye benzediğini hayal bile etmek istemeyebilirisiniz- gece çıkan fırtınada yerle bir olunca, set Kapadokya’ya taşınır. Maliyeti düşürmek gerekmektedir. Akıllara zarar muhabbete, asla hız kesmeyen çapkınlığa ve kahreden aksiyona eşlik eden Kapadokya manzarasının, yabancı filmlerden apartılan sahnelerle desteklenmesi en cazip çözüm gibi görünür…


Her yıl yüzlerce filmin çekildiği, günümüzdekinden daha geniş bir sektörün bulunduğu o yıllarda elbette ‘B sınıfı’ sinema da olacaktır. Onca insanın geçimini sağlaması kolay değildir. ‘Topluiğneyi bile ithal eden’ Türkiye’nin B sınıfı filmleriyse ancak bu kadar olabilmektedir. Konu renkli, akıl almaz hikâyeler çoktur.


O yılların hızlı yönetmeni Çetin İnanç, bir hikâyesini Pınar Öğünç’e anlatıyor: İnanç kendi şirketini kurmuş, filmleri hem çekiyor hem dağıtıyordur. Bir gün yazıhanesine Samsun eşrafından önemli bir filmci gelir. Bir tane Ayhan Işık, bir tane Kadir İnanır ve bir tane de Yılmaz Köksal filmi alır. İnanç ve ortağı iyi bir pazarlık yapmış, bu üç renklinin yanında bir de siyah-beyaz satmışlardır. Ertesi gün filmler teslim edilecektir ama ortada bir sorun vardır; aslında sattıkları o siyah-beyaz gerçekte çekilmemiştir. Arşivleri karıştırdıklarında ‘Roket Adam Dönüyor’ adlı Amerikan filminin senaryosunu uygun bulurlar. Hemen o gün yoktan yeni bir oyuncu yaratıp, ‘Bombala Oski Bombala’yı çekmeye koyulurlar. Gerçi filmde Roket’ten sahneler vardır ama sonuçta film 24 saatte bitirilmiştir. Önemli olan da bu değil midir?


Yeşilçam’ın yükünü hâlâ sırtlayan adam!

O acayip Yeşilçam dönemi, bütün maceralarıyla epey geride kalmasına rağmen onun yükünü hala sırtında taşıyan bir isim var; Cüneyt Arkın. Bir zamanların özenilen, hasta olunan, kadınların dışarı ne zaman çıkacak diye kapısında beklediği (anlatan Cemal Süreyya) kişisi bugün ancak müstehzi tebessümlerle anılıyor.


Bugün Tarık Akan bir Ferit değildir, Kadir İnanır bir Derviş Bey ya da bir İmparator değildir. Fakat Cüneyt Arkın hala Komiser Cemil’dir, Malkoçoğlu’dur, Kara Murat’tır, Dünyayı Kurtaran Adam’dır. Diğerlerini kendi zamanımıza kabul etmiş, 80’den sonra pek çok dizi ve film çekmesine rağmen Cüneyt Arkın’ı o eski zamanlarda bırakmışızdır. Belki kendi tercihinin de etkisi vardır. Bir arkadaşım röportaj için evine gittiğinde çok şaşırdığını, evindeki atmosferin her şeyiyle kendisini zaman tünelinden geçirip geriye düşürdüğünü söylemişti.


Onun adını duyduğumuzda tebessüm etmemizin, kıkırdamamızın nedeni biraz da budur. Bütün Yeşilçam acemiliklerinin ve dahası naifliğinin bugünkü temsilcisidir. Fakat eğer, aslında bir parçası olduğumuz o acemilik çağından ve naifliğimizden ona kahkahalar atarak, onu eskilerde bırakarak kurtulacağımızı sanıyorsak yanılıyoruz.


Bir keresinde Matrix filmi hakkındaki fikrini açıkladığında, kendisine imkân verilse daha iyisini çekebileceğini söylemişti. Biz de onun bu iflah olmaz naifliğine kim bilir kaçıncı defa gülmüştük; sen kiim, Matrix kiiim? Bir açıdan bakıldığında yanılan Cüneyt Arkın değil biziz. Çok değil 2-3 yıl sonra bu ‘muhteşem’ filmi bir kez daha izlediğimizde; o çarpıcı konusu ve kurgusu sıradanlaştığında, deheşetengiz görsel efektleri albenisini kaybettiğinde nasıl olup da bu filmi beğendiğimize, naifliğimize inanamayacağız. Felsefeye bulaşayım derken bu kadar mı komik diyalog yazılır, bu kadar mı kasıntı rol kesilir, kıyafetler, gözlükler bu kadar mı absürd olabilir?


Bugün medya onu ‘kaybeden’ gibi göstermekten çekinmiyor. Hastalandığını haber verirken fonda tutunamayanlara özgü bir hava yaratan, acıklı müzikler çalabiliyor. Galiba naifliğimize karşı takındığımız utangaç tavır, ona aldığımız mesafe Cüneyt Arkın’ın sahip olduğu hazineyi görmemizi engelliyor. Örneğin 1990’lardan itibaren ‘ota boka’ tezler düzülen akademik dünyada Cüneyt Arkın’ın ‘utançla sunulması’, fark edilmemesi enteresandır. Oysa Cüneyt Arkın ‘meselesi’ sinema alanında sınırlı kalmayıp psikolojinin, sosyolojinin, tarihin alanlarına taşan en eğlenceli meselelerden biridir pekâlâ.


Yine Dünyayı Kurtaran Adam’daki ‘vurucu’ diyaloglardan biri…

Cüneyt Arkın: Dünyamızı yok etme raddesine gelen atom bombası savaşı neden çıktı biliyor musun?

Aytekin Akkaya: Neden?

CA: İnsanlar çok ciddiydiler. Fazlası can sıkar. Biraz gülmesini bilselerdi, savaş yerine barışı seçerlerdi.

AA: Hah hah hah hah haa!


http://www.aksam.com.tr/2009/06/12/haber/yasam/1150/cuneyt_arkin_a_guzelleme.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder